Powered By Blogger

15 Mart 2012 Perşembe

İMLA HATALARINI DÜZELTEREK KAZANCINI KATLADI


Bazen küçük bir fark değişiklik yaratabilir.Küçük bir değişiklik yapmak hedefe giden yolda bir aşama kaydetmemizi sağlayabilir.Tıpkı online ticaret sistemindeki imla hatalarını tek tek düzelterek kazancını ikiye katlayan girişimci gibi...

İngiliz online girişimci Charles Duncombe,çoğu zaman gözden kaçırılan ya da önemsenmeyen imla hatalarının müşterileri online alışveriş yapmaktan soğuttuğunun fark etti.
 
Bizreport'ta yayımlanan habere göre;müşterilerde güven sorunu uyandığında inandığı imla hatalarının etkisini araştırmak isteyen Duncombe,ziyaretçi başına kazancı hesaplamaya başlayarak araştırmasına start verdi.

Tightsplease.co.uk isimli sitesinde daha önceden bulunan imla hatalarını düzelterek kısa bir süre içerisinde kazancını neredeyse iki katına çıkardığını belirten Duncombe bu hataların genel online ticaret sektörüne vurulduğunda milyonlarca dolarlık iş kaybına yol açtığını,çok küçük bir imla hatasının online mağazalar içinde oldukça büyük zararlara neden olabileceğini belirtti.

Online mağazaların sitelerini oluştururken ve güncellerken otomatik imla kılavuzlarından daha fazlasına ihtiyaç duyduklarının belirten Duncombe,yayına yazı ve içeriklerden çok dikkatli bir şekilde incelenmesi gerektiğini savundu.

ÇAKIL TAŞLARI


ÇOK MEŞGUL ODUNCU


Bir gün çok güçlü bir oduncu kereste tüccarından iş istemiş;ve işe alınmış.İşin hem ödeme hem de koşulları çok iyimiş.Bu nedenle oduncu elinden geleni yapmaya karar vermiş.

 Patronu ona bir balta vermiş ve çalışacağı bölgeyi göstermiş.Oduncu büyük bir gayretle ilk gün 18 odun ağaç keserek getirmiş.

-Tebrikler, demiş patron.Çalışmana böyle devam et.

Patronun bu söylediklerinden daha motive olan oduncu,ertesi gün çok daha gayterli çalışmış.Ama ancak 15 ağaç kesebilmiş,Bu durumdan biraz mahçup olmuş.Üçüncü gün,bunu telafi edetim diye gayret etmiş.Ama sadece 10 ağaç kesip getirebilmiş.Her geçen gün kesebildiği ağaç sayısı gitgide azalmaya başlamış.Gücümde ve kuvvetimde azalma oluyor,diye düşünmü oduncu.Ve patronuna giderek özür dilemiş.Çok çalıştığını,fakat kestiği ağaç sayısının giderek azldığını söylemiş.Bunun nedenini de tam olarak çözemediğini ifade etmiş.

Patronu;en son baltayı ne zaman biledin?diye sormuş.

-Bilemek mi?diye cevap vermiş oduncu.Odun kesmekle o kadar meşguldum ki,baltayı bilemek hiç aklıma gelmedi.


HEP AYNI İŞLE MEŞGUL OLMAK...

...VE SADECE ÇOK ÇALIŞMAK

BAŞARI İÇİN YETERLİ DEĞİLDİR...





KORTTA HAVLU ATTI, TENİSİN PATRONU ALDI

Tenisle küçük yaşlarda tanıştı,Hatta ilk işini tenis kortuna buldu.Tenis kortunu temizlerken bir yandan da tenis eğitimi aldı.Ancak teniste parlak bir yeteneği olmadığını görünce rotayı başka bir yöne çevirdi,tenisin patronun oldu..

Geçen hafta İstanbul'da başlayan ve bugün finali oynanacak olan WTA CHAMPİONS'TA dünyanın en iyi sekiz kadın tenisçisi ter döktü.Şampiyonanın mimarı hayatındaki her şeyi tenistem elde etmiş bir kadın :Stacey Allaester .Women's Tennis Association başkanın Allaester iyi oynamadığı için tenisi yönetmeyi seçtiğini söylüyor.

WTA'ın CEO'su ve başkanı olmamız dışında hakkınızda pek bir şey bilmiyoruz.Teniste ne zaman tanıştınız,bu noktaya nasıl geldiniz?

Kanadalıyım.Tenis hep hayatımdaydı.İlk işimi teniste buldum.12 yaşındaydım,yaşadığım yerde lokal bir tenis kulübünde toprak kortu temizliyordum.Sonra tenis oynamaya başladım ama çok iyi değildim.Ben de tenis öğretmenliğini seçtim,kulüplerde çalıştım.Ardından Kanada Tenis Federsayonu'nda görev yapmaya başladım.2006'da WTA ekibine katıldım,2009'da başkanı ve CEO'su oldum.

-İnanılmaz bir hızla yükselmişsiniz,başarınızın sırrı nedir?

 Bencede inanılmaz.İstediğim her şeyin bir gün gerçekleşebileceğine inancım.Azim,yaratıcılık,yanımda her zaman eşim ve çocuklarım gibi destekleyen kişilerin bulunması başarımın anahtarı diyebilrim .

-Ne eğitimi aldınız?

Kanada Western Ontario Üniversitesinde ekonomi okudum,ardından MBA yaptım.

-WTA'ın başında hep kadınlar mı oluyor?

Şimdiye kadar iki kadın başkanı oldu ben ikinciyim.

-Sizin yerinizde bir erkek olsaydı ne değişirdi?

Yönetimde erkekler de var.Benden önceki başkan erkekti.Çok başarılıydı.Önemli olan doğru kişini bu organizasyona liderlik etmesi,cinsiyet değil.2009'da göreve ben geldim sürem 2013'te bitiyordu ama 2017'ye kadar uzattılar.

-Tenis sizin için neden bu kadar önemli?

Hayatımdaki her şey teisten geliyor.Bu ayrıcalıklı bir durum.Çünkü sevdiğim sporun içindeyim ve tenisin bana verdiği o kadar çok şey var ki...

-Kadın tenisçilerle ilişkiniz nasıl?

Çok güçlü.Onlar içi çalışıyorum.WTA,oyunculardan ve turnuvalardan oluşan bir organizasyon.Oyuncular WTA'ın yarı yarıya ortağı.Ben de dünyada turnuvaları organize eden biriyim.Sporcuların hepsi birbirinden özel,güzel ve zeki iş kadınları..



EN PAHALLI İNTERNET BİZDE

Yüksek benzin ve pasaport fiyatlarından sonra internet fiyatlarında da Türkiye bir rekora imza attı.Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfının internet kullanıcılarına yönelik araştırmasına göre,Türkiye internet in en pahalı olduğu ülkelerden biri konumunda.Türkiye internete en zengin ülkelerinden biri olan Lüksemburg'un neredeyse 5 katı fazla para ödüyor.

TEPAV'dan yapıla yazılıl açıklamada vakfın Türkiyede  kişilerin internet kullanımlarının ne şekilde değiştiğine yönelik bir araştırma yaptığını belirtildi.

Araştırmaya göre internet fiyatlarının OECD ölçeğinde yükseklğine rağmen üç yolda evlerde internete erişim imkanı %40'lara varan oranlarda artış gösterdi.

2009 yılı verilerine göre Türkiyede nüfusun %62'sinin hayatlarında hiç internet kullanmadığı belirlenirken bu oran AB27 ülkeleri ile kıyaslandığında,Romanya ve Türkiye başı çekiyor.Hiç internete girmemiş nüfusun büyüklüğüne karşılık,son 4 yılda evden internete erişemezken,bu oran 2010 yılında %57'lere kadar düştü.

Evden internete erişimin sahip olmayan hanelerin nedenlerine bakıldığında ise internet bağlantı ücretlerinin yüksekliğinden şikayet edenlerin oranının 2007-2010 döneminde %50'den fazla arttığı görüldü.Bir diğer önemli neden de bilgisayar gibi cihazların fiyatlarının yüksekliği olarak ortaya çıktı.

"En yüksek ücret Türkiyede"

OECD genişbant istatistiklerine göre 2.39 dolarlık en düşük ve 76.11 dolarlık en yüksek megabit/saniyelik fiyatlarında Türkiye'de internetin OECD ölçeğinde en pahalı olduğu ülkelerinden biri oldu.İnternet bağlantı ücretlerine daha yakından bakıldığında farklı bağlantı hızlarına göre Türkiye'de yine OECD ülkerinin birçoğunundan daha pahalı bir servise sahip olduğu görülürken özellikle yüksek hızlarda ortalama bağlantı maliyeti Türkiye'de 621 doları bulurken en yakın takipçisi Lüksemburg da benzer bir bağlantının ortalama fiyatı 112 dolar civarında..











13 Mart 2012 Salı

100 DOLARLIK DERS

100 Dolarlık Ders

 Meşhur bir hatip konuşmasında 100 dolarlık bir banknotu elinde tutarak başladı.

200 kişilik salonda:

"Bu 100 dolarlık banknotu kim ister?diye sordu.

Salonda eller tek tek havaya kalkmaya başladı.

"Tamam bu 100 doları içinizden birine vereceğim. "Ama önce lütfen izin verin bir şey yapayım dedi ve banknotu buruşturmaya başladı.

Tekrar sordu:"Hala kim istiyor?"

Salonda aynı eller havaya kalktı.

"Pekala,şunu yaparsam ne olacak bakalım?dedi.

Banknotu yere attı ve ayakkıbısının altında ezmeye başladı.

Bir süre sonra eğildi ve parayı aldı.Banknot kirli ve buruş buruş olmuştu.

"Hala isteyen var mı?"diye sordu.

 Salonda eller tekrar havaya kalktı.

"Arkadaşlar,sanırım hepiniz çok önemli bir ders öğrendiniz.

Parayı ne yaparsam yapayım siz hala onu istemeye devam  ettiniz.Çünkü biliyordunuz ki bu banknot değerinden bir şey kaybetmedi.Hala 100 dolar değerinde bir banknot!!

İşte bunun gibi hayatınızda çok defalar verdiğimiz kararlar yüzünden ya da karşı karşıya geldiğiiz durumlar yüzünden yere düşeriz,çiğneniriz,üstünüz başınız kirlenir,çamur oluruz.Ama başımıza gelenler ya da gelecekler ne olursa olsun değerimizi asla kaybetmeyiz.Kirli ya da temiz,buruşuk ya da tutumlu olalım.O'na göre bizler paha biçilmeziz...





FİLLER NASIL EVCİLLEŞTİRİLİR?

BİR ADIM ATIN

Hayattan ve kendinizden şikayetçi olmak yerine,bugün kendiniz için küçük bir adım atın.Yapmak isteyip de yapamadığınız ya da cesaret edemeğiniz bir şey yapın.Küçük başarılar küçük başarılar için ilk adımdır.Gücünüz de var,yeteneğizde.Kötümser "yapılamaz"der,iyimser"yapilabilir"der,motivasyona sahip kişi ise "yaptım"der,her sabah sizi motive edici mesajlar dinlediyseniz zihniniz,yüreğiniz,ruhunuz coşku ve heyecanla dolsaydı,gününüz nasıl geçerdi?


Bir arkadaşınız,eşiniz veya patronunuz sizinle ilham veren enerjinizi arttıran "yapabilirsin! başarabilirsin! mesajı ile dolu bir konuşma yapsaydı içinizdeki gerçek potansiyelinizi ortaya çıkarmak için içsel gücünüzü kim bilir nasıl kullanırdınız?

Her şeyi yapabilme,her şey olabilme yaşamınızın her boyutunu istediğniz şekilde değiştirme gücünüz var.Bu yazıda düşüncelerinizi uyarmayı,yüzünüze tebessüm kondurmayı,yüreğinize umutla,ruhunuzu coşkuyla doldurmayı amaçlıyorum.


Bir turist ziyaret ettiği kasabanın yaşlı marangozuna sorar:"Bu kasaba neyiyle ünlüdür?"yaşlı adam yanıt verir:"Bu kasaba,dünyada gidebileceğiniz her gencin başlangıç yeridir.Buradan başlayarak istediğiniz her yere gidebilirsiniz."Yaşlı adam ne kadar haklı.Oysa çoğumuz yaşamın zenginliğinin hazzına varabilmek için başka bir yerde olmamız gerktiğini sanıyoruz.Önce bir noktaya gelelim,özlem duyduğumuz şeylere kavuşalım,ondan sonra mutlu olmaktan bahsedebiliriz.Şimdi buradayız.Başka bir yerde ve zamanda olmamız imkansız.Oysa alacağımız kararları 'eğer'sözcüğü yönetiyor.





Eğer üniversiteden mezun olursam mutlu olacağım...Eğer sevdiğim kişiyle evlenirsen mutlu olacağım...Eğer çok para kazanacağım bir işe girersem mutlu olacağım...bu değerle olduğumuz yerden başlamamızı engelliyor.Gücünüzü ve mutluluğunuzu baltalıyor.şu anda başlangıç noktasındasınız.Dışarıdan kazanacağınızı sandığınız güç içinizde,burnunuzun dibinde.

Filler nasıl eğitiliyor biliyor musunuz? Daha yavruyken,kalın bir zincirle hayvanın bacağı bir direğe bağlanıyor.Önceleri hayvan kaçmaya çalışıyor ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın ne zinciri koparabiliyor ne de direği yerinden oynatabiliyor.Fil yavrusu ayağında zincirle büyüyor ve kaçamayacağını kabulleniyor.:Özgürlük kavramını yitiriyor.İşte bu noktada ayağındaki çözülüyor ve yerine ince bir halatla bir santimetre boyutunda tahtadan bir çubuğa bağlanıyor.Fil bu koşullarda kolaylıkla kaçabilecekken olduğu yerde kalıyor.Çünkü hala var olduğunu sanıdığı zincirini asla kıramayacağına inanıyor.

Çoğumuzun yaşamı da çocukluğumuzda koşullandığımız düşünce,duygu ve inanç kalıplarının esaretinde sürüyor.Olağanüstü yetenekleriniz,gücünüz var ve kullanılmayı bekliyor.Eğer yapabileclerinizin hepsini yapmış olduğunuzu görebilseydiniz çok şaşırırdınız.Her şey olup bittikten sonra "Bunu bende yapabilirdim"dedi adam.Oysa önceleri,"yapamam"diyordu.Sonra,"belki yapabilirim"demeye başladı."Peki bir deneyeyim"noktasına geldiğinde biri yapmıştı bile.Çünkü yapan bir kişi,en başından yapabileceğine inanıyordu.Başarılı insan yaratıcı ve üretkendir.Bir şeyi ancak "yaparak",anlayabilirsiniz,yapabildeceğinizi düşünmek yetmez.

Başarılı insan başarının bir günde oluşmayacağını bilir.Adım adım hedefe yaklaşır.Ve hedefin ötesine geçer.Sizi olabileceğizin en iyisi olmaktan,istediklerinize sahip olmaktan ve yapabileciğinizden alıkoyan ne? Tembellik mi? Risk alma korkusu mu? Başarısızlık korkusu mu? Başarı korkusu mu? Tüm bu korkular bağlamadın bizi bitirir...





TARİHİN EN ÇOK OKUNAN MEKTUBU...

Her düşmana karşılık bir dost olduğunu da öğret ona.
Zaman alacak biliyorum,
Fakat eğer öğretebilirsen ona,

Kazanılan bir doların,bulunan beş dolardan daha değerli olduğunu öğret.
Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve hem de kazanmaktan neşe duymayı.
Kışkançlıktan uzaklara yönlelt onu,

Eğer yapabilirsen,sessiz kahkahaların gizemini öğret ona.
Bırak erken öğrensin,zorbaların görünüşte galip olduklarını.
Eğer yapabilirsen ona kitapların mucizelerini öğret.
Fakat ona sessiz zamanlarda tanı.

Gökyüzündeki kuşların,güneşi yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceğini..
Okulda hata yapmanın hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.

Herkes ona yanlış olduğunu söyldeiğinde dahi.
Nazik insanlara karşı nazik,sert olanlara karşı sert olmasını öğret ona.
Herkes birbirine takılmış bir yöne giderken,
Kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma.
Tüm insanları dinlemesini öğret ona.
Fakat tüm dinlediklerini gerçeğin eleğinden geçirmesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret.
Eğer yapabilirsen,
Üzüldüğünde bile nasıl gülümseyeceğini öğret ona.
Gözyaşlarında hiç bir utanç olmadığını öğret.
Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona.
Ve aşırı ilgiye dikkat etmesini...
Ona kuvvetini ve beynini en yüksek fiyatı verene satmasını,
Fakat hiçbir zaman kalbi v ruhuna fiyat etiketi verene koymamasını öğret.
Uluyan insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret ona,
Ve eğer kendisinin haklı olduğuna inanıyorsa,
Dimdik ayakta durup savaşmasını öğret,
Ona nazik davran,fakat onu kucaklama.
Çünkü ancak ateş çeliği saflaştırır.
Bırak sabırsız olacak kadar cesarete sahip olsun.
Bırak cesur olacak kadar sabrı olsun.
Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret.
Böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacaktır.
Bu büyük bir taleptir.
Ne kadarını yapabilirsin birbak.
O,ne kadar iyi,küçük bir insan..
Benim oğlum....

ABRAHAM LINCOLN



BAKIŞ AÇISI VE ÖNYARGILAR...

Dr Paul Ruskin, öğrencilerine yaşlanmanın psikolojik belirtilerini öğretirken onlara şu olayı okudu:'Hasta ne konuşuyor ne de söylenenleri anlıyor.Bazen saatlerce anlaşılmaz şeyler geveliyor.Zaman, yer ya da kişi kavramı yok.Yalnızca nasıl oluyorsa kendi adı söylendiğinde tepki veriyor.Son altı aydır onun yanındayım,ne görünüşü için bir çaba harcıyor ne de bakım yapılırken yardımcı oluyor.

Onu hep başkaları besliyor,yıkıyor ve giydiriyor.Dişleri yok yiyeceklerin püre halinde verilmesi gerekiyor.Gömleği salyalardan dolayı sürekli leke içinde.Yürümüyor.Uykusu sürekli düzensiz.Gece yarısı uyanıp çığlıklarıyla herkesi uyandırıyor.Çoğu zaman mutlu ve sevecen,fakat bazen ortada bir neden yokken sinirleniyor.Biri gelip onu yatıştırana dek de fergat figan bağırıyor.


Bu olayı okuduktan sonra,Dr Ruskin öğrencilerine böyle birinin bakımını üstlenmek isteyip istemeyeceklerini sordu.Öğrenciler bunu yapamayacaklarını söylediler.


Dr Ruskin,kendisinin bunu büyük bir zevkle yaptığını ve onlarında yapması gerektiğini söyleyince öğrenciler şaşırdılar.

Daha sonra Dr Ruskin hastanın fotoğrafını dolaştırmaya başladı.



Fotoğraftaki doktorun 6 aylık kızıydı...

SİZİN PARAŞÜTÜNÜZÜ KİM HAZIRLIYOR?

Sizin paraşütünüz kim hazırlıyor?

Charles Plumb Vietnam'da savaşmış Amerikalı bir savaş pilotuydu.75 başarılı sortiden sonra,uçağına isabet eden füze tarafından vuruludu.Uçak tam düşecekken,fırlatma kolunu çekerek uçaktan atlamıştı.Paraşütü açılmış,sağ olarak yere inmiş ancak düşman eline geçmişti.Yaklandıktan sonra 6 yılını Vietnam hapishanesinde geçiren Plumb,sonunda  bu zor dönemi atlatarak özgürlüğe kavuşmuştu.
Şimdi ise yaşadığı bu dönemi deneyimin yaşam dersini,verdiği seminerlerde dinleyicileriyle paylaşmakta.

Bir gün Plumb ve karısı bir restoranda otururken,yan masada oturan adamlardan biri yanına gelir ve şöyle der:-Seni tanıdım sen Plumb'sın.Sen Kitty Hawk savaş gemisinden sevaş jetleriyle Vietnama uçan kişisin.Ve orada vuruldun


-inanamıyorum.Bu imkansız nasıl bunu bilebilirsin? der Plumb.


-Çok iyi biliyorum.Çünkü senin paraşütü ben hazırlamıştım.Plumb büyük bir sevinç ve minnetle ayağa kalkar ve ona sarılır.Adam "Sanırım paraşüt sana bir problem çıkarmış der".


Plum ise "Eğer çıkartmış olsaydı bugün seninle burada konuşuyor olamazdım."diye cevap verir.
Plumb o gece hiç uyuyamaz,hep o adamı düşünür durur.Acaba deniz kuvvvetlerindeyken nasıldı? Kime benziyordu? Beyaz şapkası,lacivert fuları metal düğmeli ceketiyle yüzlercesinin arasından onu nasıl ayırt edip hatırlayacaktı.Kim bilir kaç sabah onu görüp ona "nasılsın"demeyi nasıl "Günaydın"bile demediğini düşündü.Ne de olsa o bir savaş pilotuydu,diğeri ise sıradan bir denizci.

O denizci kim bilir günde kaç saati geminin karanlık hangarında tahta masalların üstünde,onca ipi ve ipek kumaşları bir cerrah titizliğiyle katlayıp paraşütleri hazırlıyordu.Kim bilir kaç kez elleri başkasının yaşama tutunmasına yardımcıı olmuştu.Üstelik bu kişilerin kim olacağını hiç bilmeden.Şimdi iseplumb,seminerlerinde her gün şu soruyu soruyor:"Sizin paraşütünüzü kim hazırlıyor?" Herkesin etrafında,onun için bir şeyler yapan,onun hayatını kolaylaştıran,değerli kılan birileri vardır.Sizin paraşütünüzü hazırlayan kimler?"Ve ekliyor:"Düşman tarafına düştüğümde sadece bir paraşütüm yoktu.Birçok paraşütüm vardı.

 

Fiziksel paraşütüm,zihinsel paraşütüm,duygusal paraşütüm ve spiritüel paraşütüm benimle birlikteydi.Bunların desteği olmasaydı güvende olamazdım ve başaramazdım.Bazen gündelik yaşam kavagsının içinde yer almak,bize yaşamda neyin önemli olduğunu unutturmaya yetiyor.Bizim için bir iyi bir şeyler yapanlara,kendisi ve başkaları için bir şeyler yapanlara ve başkalarına,bir 'merhabayı','nasılsın','teşekkür ederim' söyleyemiyoruz.

Oysa unutulan bu küçük kelimelelrin anlamları 'onlar'için çok büyük olduğu gibi bizim için de çok büyük olmalı.Yapılanı takdir etmek? Kaçımız becerebiliyoruz bunu,samimiyetle cevap verelim kaçımız bizim hayatımızı kurtaran ve kolaylaştıran kişileri tanıyor ve onlara minnet duymayı biliyoruz.Bu değerler aynı zamanda bizi 'insan' yapan değerlerdir.Bu hafta,bu ay,bu yıl bitmeden lütfen siz de,sizin paraşütünüzü hazırlayanlara hiç değilse bir teşekkür etmeyi unutmayın.Başkalarının paraşütünü siz hazırlayın ve onları yaşama bağlamayı deneyin.

Unutmayalım ki,herkesin paraşütünü kullacağı bir gün vardır bugün ya yarın ama mutlaka bir gün.....




 

BEYİN HAKKINDAKİ EFSANELER VE GERÇEKLER

BEYİNLE İLGİLİ YAYGIN İNANÇLAR NE KADAR DOĞRU?

İnsan beyni bildiğimiz evrendeki en karmaşık varlık.Blim adamlarının onca çalışmalarına rağmen iki kulağımız arasına sıkılmış 1,5 kg ağırlığındaki bu kıvrım organ,hala birçok sır taşıyor içinde.

İşte beynimiz hakkında çok yaygın olan kimi efsaneler ve bazı bilgiler:

"Beynimizin yalnızca %10'unu kullanıyoruz"


Öteden beri beynimizin sadece %10'luk bölümünü kullanıdığımız söylenir.Ve geride kalan,kullanılmayan %90'lık kapasiteyle neler yapılabileceği merak edilir.Ama beyin MRI'ları teknolojisinde atılana adımlar,bu yaygın kanının efsane olduğunu ortaya koydu.Londra Üniversitesi Kognitif Bilim Enstitüsün'den Prof Sophie Scoot,"yapılan işlevsel beyin göörüntülemeleri,beyinde herhangi bir şekilde faaliyete geçmeyen pek az nokta olduğunu gösterdi bize" diyor.Yumruğumuzu sıkmak gibi basit bir iş için bile beynimizin %10'undan fazlasını kullanmak zorundayız,İşlevsel beyin görüntülemeler parmaklarımız ve avcumuzdaki kasların kasılmasıyla birlikte beyindeki çok sayıda hücrenin anında harekete geçtiğini gösteriyor.

Beynin sol ve sağ bölümleri


Anatomik olarak beyin sağ ve sol bölümler olarak diye ikiye ayrılır.Ve bu iki bölüm bazı işleri aralarında paylaşıyorlar.Sağ ve sol tarafları arasında gerçektem büyük farklılıklar olduğun söylüyor Prof Scoot,ama bu bir genelleme olarak söylendiğinde aynı şey kastedilmiyor diyor.İnsanları kendi kendilerine geliştirme konusunda yönlendiren kitaplara ya daiş alanında yol gösteren iki ayrı varlık olduğu gibi bir kanıya kapılıyorusunuz.Beynin sol kısmı,mantık ve akılcılığın egemen olduğu bölüm olarak gösteriliyor.Sağ tarafı ise sezgi yaratıcılık bölümü olarak tanımlanıyor.Dolayısıyla eğer mantığızı kullanan bir insansanız,beyninizin sol tarafını daha çok işliyorsunuz demektir.Ama daha çok duygusalsanız ve sanata eğilimleyseniz beynin sağ tarafını kullananlardansınız.Yaygın efsaneye göre,beyninin he iki tarafını tam anlamıyla kullanmayı öğrenen insanlar daha başarılı oluyor,hayattan daha büyük tatmin elde ediyorlar.

Prof Scoot ise insanların karşılarına her iki tarafını tam anlamıyla kullanmayı öğrenen insanlar daha başarılı oluyor,hayattan daha büyük tatmin elde ediyorlar.Ve ayrıca insanların karşılarına çıkan sorunların karşısında farklı şekillerde düşündükleri,ama bunun beyinlerdeki sağ ve sol bölümler arasındaki güç dengeleriyle hiçbir ilgisi olmadığını vurguluyor."Bazı insanların görsel algılaması gerçekten çok iyidir."Bazılarının da işitsel algılaması.Bir bilgiyi alıp işleme ve kullanma şekillerimiz çok değişik oluyor.Ama bunun beynin mantılı sol yanı ve yaratıcı sağ yanı  şeklinde basitleştirmek beynin çalışma şekli konusundaki saptamalarımıza uymuyor.

Bir de bu beynin yanını diğer bölümünden daha fazla kullandığımız gibi bir izlenim doğuruyor ki beyin aslında böyle çalışmıyor diyor Prof Scoot..Dolayısıyla iki taraf sürekli etkileşim halindeve corpus callosum diye bilinen karmaşık bir sinir yumağı aracılığıyla işbirliği halinde çalışıyor.Yani beynin iki yarısı birbirini tamamlıyor ve birbiriyle uyumlu halde işliyor.



Dolunayda insanların davranışları anormal artar


Birçok inanışa gööre delilikle dolunay arasında bağlantı kurulur;İnsanlar dolunay zamanı kurda dönüşür ve dolunaylarda her türlü ürkütücü ve tatsız şey yaşanır.Ancak psikologlar ve istatistikçiler bu konuya eğildiklerinde ayın insan beyni ve davranışları üzerindeki etkileri hakkında o kadar da elle tutulur bir veriye ulaşamadılar.Daha da önemlisi dolunay zamanlarıyla saldırılar tutuklamalar intiharlar kriz masalarına başvuranlar,zehirlenmeler ve trafik kazaları arasında herhangi bir ilişkiye de rastlamadılar.Uzun bir araştırma listesi hazırlayan Eric chudler "bu konuda bir çok araştırma yaptı.Eldeki verilerin çoğu ayın değişik dönemleriyle anormal davranışlar arasında hiçbir ilişki bulunmadığını ortaya koyuyor dedi."

Araştırmaya göre,dolunayla ilgili efsanelere inanaların çooğu güvenlik ve sağlık hizmetlerinde çalışıyor.Polisler ve hastane görevlileri de hayatta en korkunç ve üzücü vakalarla karşılaşan kesim.Eric Chudler travmatik olaylarla karşılaşan bu insanların o anlarda çok daha az dikkat çeken yarım ay ya da yeni aydan ziyade,gökyüzündeki dolunyı farkettiklerini belirtiyor.Dolayısıyla da kaz veya şuçlarla ayın en baiz olduğu zamanlar arasında ilişki kuruluyor.


"Mozart dinlemek,zeka arttırır"

1990'larda ortaya atılan bu fikir ünlü klasik besteci Amedeus Mozart üzerinde odaklanmıştı.İnsanlar,küçük çocuklara Mozart'ın eserlerinin dinletilmesinin çocukların beyin gelişimlerine katkı olacağına ve çocukları daha akıllı yapacağına inanmaya başladılar.Diğer efsanelerin tersine bu inanışta bir parça doğruluk payı var."Mozart etkisi"ile insanın zeka düzeyi arasındaki ilişkilere dair ilişki ilkin 1993 yılında Nature dergisinde yayımlanan bir bilimsel araştırmada yer aldı.Araştırmaya Kaliforniya Üniversitesi öğrencilerine bir dizi uzamsal akıl yürütme görevleri verildi.Bu testten önce Mozart'ın piyano eserini dinlemiş öğrenciler daha önce rahatlatıcı bir müzik dinlemiş olan ya da sessiz ortamda kalan öğrencilere kıyasla daha başarılı olmuştu.Ama piyano sonatı dinletilen öğrencilerin başarı  farkı 15 dakika sonra kaybolmuştu.Ardından gelen 2 yıl içinde medya bu ilginç gözlemi büyüterek küçük çocuklara Mozart dinletilmesinin onları daha zeki yaptığı düşüncesini yaydı.Öyle ki sırf bu amaçla Mozart eserlerinin CD'leri üretildi ve piyasaya verildi.1998 yılında ABD Georgia eyaletinde yeni deoğan bebeklerin annelerine Mozart CD'leri dağıtılıyordu.Kimileri Mozart'ın bestelerindeki müzik yapısısının beyindeki hatlar üzerine özel bir biyolojik etkisi olduğu tezini ortaya attı Daha sonraları yapılan araştırmaya göre bu konuda olağan ötesinde bir veri sağlanamdı.Ortaya çıkan sonuç beyni meşgul edecek testlerden önce insanı canlandıran herhangi bir hareketli müzik dinleilmesinin kişiyi uyumlu ve hevesli hale getirdiği dolayısıyla biraz daha iyi sonuç elde etmesine yardımcı olduğu yolundaydı....








BİLGE İLE KÖPEK...

Bir bilge,göletin başında oturmaktadır.Susuzluktan kırılan bir köpeğin devamlı olarak gölete kadar gelip,tam su içecekken kaçması dikkatini çeker.Dikkatle izler olayı.Köpek susamıştır ama gölete geldiğinde sudaki yansımasını görüp korkmaktadır.Bu yüzden de suyu içmeden kaçmaktadır.Sonunda köpek susuzluğa dayanamayıp kendini gölete atar ve kendi yansımasını görmediği için suyu içer.O anda bilge düşünür:
 
-Benim bundan öğrendiğim şu oldu der.

-Bir insanın istekleri ile arasındaki engel çoğu zaman kendi büyüttüğü korkulardır.Kendi içerisinde büyüttüğü engellerdir.İnsan bunu aşarsa isteklerini elde edebilir.

Ama biraz düşününce aslında gerçek öğrendiği şeyin bundan farklı olduğunu görür.Asıl öğrendiği şey insanın bir bilge bile olsa bir köpekten öğrenebileceği bilginin var olduğudur.Bu yüzden ne varsa paylaş,senden de öğrenebilecek bir şeyler vardır diğer insanların için..


Her insanın bir hikayesi ve söyleyecek bir sözü mutlaka vardır....

TARİHTEKİ ÜNLÜLERİN HAZIRCEVAPLILIĞI...

Milletvekili,

Churcill'e kızgın kızgın şöyle seslenir:

-"Eğer karınız olsaydım,kahvenizin içine zehir karıştırırdım."

Churchill oldukça sakin kadına dönerek lafı yapıştırır:

-Hanımefendi eğer karım siz olsaydınız o kahveyi seve seve içerdim.

2.Sokrates ve eşi bir türlü iyi geçinemezmiş,bir gün eşi Sokratese verip veriştirmiş ağzına geleni söylemiş bakmış kocası hiç tepki vermiyor;Bir kova suyu  alıp başından aşağı boşaltmış.Sokrates gayet sakin :



-"Bu kadar gök gürültüseünden sonra bir sağanak bekliyordum"demişd .

3.Bernard Shaw ile Churchill hiç geçinemez,bir oyunun ilk gecesine,



Churchill'i davet etmiş ve davetiyeye de bir pusula iliştirmiş:


-"Size iki kişilk davetiye gönderiyorum.Bir dostunuz alıp gelebilirsiniz.Tabi dostunuz varsa ,Churchill,hemen cevap göndermiş:


-"Maalesef o gece başka bir yere söz verdiğim için oyununuzu seyretmeye gelemeyeceğim.İkinci gece gelebilriim tabii oyununuz ikinci gece oynanırsa."


4.Bir gün eflatun,talebelerinden birini kumar oynarken yakalamış ve şiddetle azarlamış.Talebesi


-"İyi ama ben çok az bir paraya oynuyordum"diye itiraz edecek olunca Eflatun cevap vermiş:


-"Ben seni kaybettiğin para için değil kaybettğin zaman için azarlıorum."

5.Dünya nimetlerine ehemniyet vermeyen yaşayış ve felsefesiyle ünlü filozof Diyojen bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır.İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir.Mağrur zengin,hor gördüğü filozofa:

-"Ben bir serserinin önünden kenara çekilmem"der.Diyojen


-Ben çekilirim .der


6.Meşhur bir filozofa :

-"Servet ayaklarınızın altında olduğu halde neden bu kadar fakirsiniz?diye sorduğunda:

-"Ona ulaşmak için eğilmek lazım" da ondan demiş.



7.Kulaklarının büyüklüğü ile ünlü Galile'ye hasımlarından biri:


-"Efendim demiş kulakalrınız bir insan içi büyük değiller mi?"


-Galilei "Doğru"demiş benimkiler bir insan için biraz büyük ama seninkiler de bir eşek için fazla küçük değiller mi?


8.Bir toplantıda bir genç Mehmet Akif'i küçük düşürmek ister:

-"Afferdersiniz,siz veteriner misiniz"?Mehmet akif istifini bozmadan şöyle yanıtlamış:

-"Evet bir yeriniz mi ağrıyordu?"



9.Yavuz Sultan Selim,birçok Osmanlı padişahı gibi sefere çıkacağı yerleri gizli tutarmış.Bir sefer hazırlığında vezirlerinden biri ısrarla seferin yapılacağı ülkeyi sorunca,Yavuz ona :

-"Sen sır saklamayı bilir misin? diye sormuş.Vezir:

-"Evet hünkarım bilirim dediğinde,Yavuz lafı yapıştırmış:

-"İyi bende bilirim"

10.Bir filozofa sormuşlar:-"şansa inanır mısınız?



-Filozof:"Evet yoksa sevmediğim insanların başarılarını neyle açıklayabilirdim"
 

BİR GÜN BİR KRAL, BİR DİLENCİYLE KARŞILAŞIR!

Dilenci nasıl olunur?

Hikayeye göre bir kral bir sabah gezinti sırasında bir dilenciye rastlar."Dile benden ne dilersen"diye soran kraladilenci gülerek,"Sanki her dediğimi gerçekleştirebilecekmişsiniz gibi soruyorsunuz?"Kral bu cevaba şaşırır ve sohbet ilerler."Pek tabi her dediğini yerine getirebilirim.Sen söyle bakalım,ne istiyorsun? "Söz vermeden önce iki kez düşünün kralım der."Dineci sıradan bir dilenci değildir.

Kral ısrar  eder."Ne istersen iste sana verebilirim.Ben güçlü bir kralım.Yerine getiremeyeceğim hiç bir şey yoktur."Bunun üzerine dilenci elindeki kaseyi,krala uzatır ve "Bu kaseye herhangi bir şey söyle doldurabilir misin?"diye sorar.Kral bir kahkaha patlatır ve vezirine kaseyi altınla doldurmasını emreder.Kase dolup taşmakta ama sonra hemen boşalmaktadır.Altınlar,buhar olup uçmaktadır sanki.Kralın onuru kırılır.

Bir dilencinin kasesini dolduramadığı bir ülkede kulaktan kulağa yayılır.Giderek pırlantalar elmaslar yakutlar akıtılır kaseye.Ne var ki kasenin dibi yoktur sanki.dolup taşmasına rağmen kase sürekli boşkalmaktadır.Kral yenik düşmüştür.Dilenci yakarır:"Tamam,tamam sen kazandın."Dileğini yerine getiremedim ama lütfen bana kasenin neden yapılmış olduğunu söyle"der.Çok basit"diye yanıtlar dilenci.İnsan dimağından yapılmıştır.Yani insanına arzu ve istekelerinden doymak bilmez oluşu bundandır.Bu gerçeği bir kez kavrarsan yaşantın değişir.İstek dediği nedir ki!! İstek ulaşıla kadar,belli bir süre heyecan veren bir duygudur.Örneğin bir iş istersin ....Bir araba...Ev...Eş...Bir başka şey!! Tek tek her birini elde ettiğinde her şey anlamını yitirir.Neden? Çünkü beynin aklın onları dışlar.İşte senin araba da garajdadır ve artık istek uyandırmamaktadır.Heyecan,onu elde ettiğinde sönüp gitmiştir.

Gene boşluğa düşer,yeni bir istek yaratmak zorunda kalırsın.İstek doyumsuzluk uyandırır ve giderek bir"dilenci" olursun.Amacına ulaşır ulaşmaz bir yenisini yaratırsın.İsteğin bu yönü kavradığnda yaşamının dönüm noktasındasındır demektir.Bu durum ancak seni mutlu edecek şeyleri dışarıda değil,kendi içinde aradığın zaman gerçekleşir.Ve gerçek tatmine ve mutluluğa ancak o zaman ulaşırsın"der.Gelgelelim hikayenin verdiği derslere :Kral bile olsanız dir dilenciden bile öğrenebileceğiniz çok önemli yaşam dersleri olabilir.

Gerçek mutluluk insanın içinde ve kendisinin elindedir.Mutluluğu ve başarıyı yakalamayanlar,hatayı başka yerde değil kendi içinde aramalıdırlar.Bir şeyi elde etme hırsı değil elde ettikten sonra da onu istemeye devam edebilme becerisi yaşamı anlmalı kılar.Bir kralın dilenciye bir dilencinin de krala dönüşmesi an meselesidir.Yaşam,dilenmek için çok kısa dilenci olmak içinse çok uzundur....






































MANTIK BİZE NE ÖĞRETİR?

Öğrenciler o yılın ders programlarında yeni bir ders olduğunu fark ederler.


Dersin adı Mantıktır ve derse yaşlıca bir profesör girecektir.


Nihayet,ilk mantık dersi başlar.


Çocuklardan biri söz isteyerek:



-Sayın profesör,mantık bize ne öğretir? Lütfen her şeyden önce bunu anlatır mısınız,ricasında bulunur.

Profesör kendisine merak ve şüpheyle bakan talebelerine:

-Mantık dersinin insanların düşüncesine yaptığı etkiyi açıklamak güçtür.Onun için bunu size bir örnekle açıklamak istiyorum der.

Farz eden ki,maden ocağından iki insan çıkıyor:Birisinin üzeri tertemiz,diğerinin ki ise kömür karası içinde..

Bunlardan hangisinin yıkanması lazımdır?



Öğrenciler,hiç tereddüt etmeden :

-Elbette,kirlisi diye cevap verirler.

Profesör,tebessüm ederek :

-İşte evlatlarım,der..

-Mantık bu soruya cevap vermeden önce şunu sorar:


-"Nasıl olur da bir maden ocağından çıkan iki kişiden birinin üzeri tertemiz iken diğerinin ki kirli olabiliyor?"

ÜNİVERSİTELER ONU PAYLAŞAMIYOR


Amerika'nın  en iyi üniversitelerii onun peşinde.Başvurduğu 13 Amerikan üniversitesinden dokuzuna kabul edildi.Toplam 1.8 milyon dolarlık burs teklif edildi.Paylaşılamayan öğrencini başarı sırrı...


Not ortalaması 94.6 mezuniyet hediyesi 1.8 milyon dolar...


Başvurduğu 13 Amerikan üniversitesinden dokuzuna kabul edilen Robert Kolej Lise öğrencisi Ege Ayşe Yalçınbaş'a bu okullardan toplam 1.8 milyon dolarlık bur teklif edildi.Ege Ayşe başvurduğu 13 Amerikan üniversitesi'nin dokuzuna kabul edildi ve burs kazandı.Amerikan Robert Kolej Lisesi'ni birincilikle bitiren Ege Ayşe dünyanın en iyi üniversitelerini peşinden koşturuyor.Robert'ın küçük Profesörü olarak tanınan Ege bu yıl başvurduğu dünyanın en ,iyi üniversitelerinin dokuzuna kabul edildi.

Ege;Harvard,Princeton,Duke ve Colombia gibi e iyi üniversiteleri kabul edilmekle kalmadı yüzde yüzlere varan burslar da teklif edildi.Üstelik bu üniversitelerin çoğu sadece öğrenim ücreti değil yeme içme ve yurt ücretlerini de almama sözü vererek onu özel öğrenci statüsüyle kabul ediyor.Böylece Ege dokuz üniverssiteden ortalama 1.8 milyon dolarlık burs kazanmış oldu.Ege'nin tercihi ise beynin gizemini araştıracağı Duke üniversitesi oldu.Başvuran 29 bini aşkın öğrenci arasından kabul edilen yüzde 0.15 arasına giren Ege'ye üniversite eğitim ücretinin tamamı yatakhane ve yemekhane masrafları 4 yıl için 200 bin dolar,Oxford üniversitesiinde yaz eğitimi kampı 5 bin dolarlık araştırma fonu özel seminerlere katılım hakkı ve kişisel akıl hocalığı desteği sunuyor.Başarısının sırrını dersi derste dinlemek olduğunun söyleyen Ege'yi öğretmenleri "Profesör"diye tanımlıyor.Arkadaşları da ona "Ne yaparsa hak ederek yapar"diyerek hayrnalıklarını dile getiriyor.Programlı birşkilde çalışmalarını sürdrüren Ege üniversitede müzik ve tiyatrodan kopmayacağını belirtiyor.

Cerrah bir babayla doktor bir annenin kızı olan Ege'nin ağabeyi Fikret Yalçınbaş da Duke'da biyomedikal eğitim görüyor.İlköğrtimini San Francisco Sunset Elementary School'da başladı.Beşinci sınıfta İstanbul Kolejine devam etti.Liseyi Amerikan Robert Lisesinde bitirdi.Özgür Pencere Öykü yarışmasında Muzaffer İzgü Özel Ödülünü aldı,şiir yarışmasında Beşiktaş birincisi oldu.Beşinci seviye müzk teori sınavını üstün başarıyla tamamlayarak uluslararsı platformda geçerli ABRSM Distinction sertifikası aldı.Okeul aktivitelerine katılımı topluma ve çevreye özverili bir biçimde katkı sağlaması sosyal sorumluluk duygusuna sahip olduğu için okulda iki yıl önce Feyyaz Berker Ödülünü kazandı.Robert Koleji'de fen alanında üstün başarı gösteren kız öğrencilere verilen Profesör Seyhan Nurettin Ege ACG 49 ödülünü kazandı.Her akademik dönemde taktir öğrencisi oldu.

Okulda yabancı öğretmenlerin velilerle iletişime geçebilemesi için toplantılarda tercümanlık hazırlık sınıfı öğrencilerine ingilizce için gönüllü eğitmenlik yaptı.Robert Kolej Orkestra Başkanlığı'nın yanı sıra solist ve vokalistliğini de yaptı.Sırrım ahjandayla dolaşmakta diyen bu başarı tek başıma elde ettiğim bir şey değil.Gayretim var ama ailemin ve okulumun rolü büyük.Arkadaşlarıma da çok şey borçluyum.Zevklerimden hobilerimden de geri kalmadım.Ben programlıyım,ajandayla dolaşırım hekesin olmalı.Ajandaya uyan her öğrenci mutlaka ve mutlaka başarılı olur.Duke üniveristesin'de beynin gizemlerini çözen duygunun ve davranışın kökenini araştıran bir alanda eğitim göreceğim,ama müzikten ve drama derslerinden geri kalamaycağım..

















ÖZGÜVEN NASIL KAZANILIR?

Özgüven önemli bir kişisel özelliktir; yaşamla baş etmemizi ve sorunlarla gerçekçi bir şekilde mücadele etmemizi sağlar ve zorluklara dayanmamızı kolaylaştırır. Özgüven kazanma süreci, yaşamın önemli zorlukları ile başa çıkma gücüne sahip ve mutlu olmaya layık bir kişi olma deneyimidir. 

Özgüven insana güç verir, enerjisini artırır ve daha fazla çaba göstermeye özendirir. Başarı için ilham kaynağıdır. Başarılarımızla gurur duymamızı ve onlardan keyif almamızı sağlar.

Bizim yaklaşımımıza bağlı olarak başka insanlar ve dışımızdaki olaylar özgüvenimizi yükseltebilir ya da bitirebilirler. Yaşama özgüvenli bir şekilde yaklaşmak ve bunu sürdürmek önemlidir. Ancak, aşırı bir güven duygusu ile hareket ederek kendimizi ve diğer insanları tedirgin etme riskini de almamak gerekir.

Özgüvenimiz olmadığında işleri yapabilme yeteneğimizden emin olamayız. Gerekli beceriye ve deneyime sahip olduğumuzu bildiğimiz halde daha önce hiç yapmadığımız bir işle karşılaştığımızda endişeleniriz. Birçok durumda, özellikle karar vermemiz, inisiyatif kullanmamız veya yeni insanları işin içine katmamız gereken durumlarda rahatsız ve huzursuz oluruz.

Buna karşın, aşırı bir güven duygusu içinde davrandığımızda; sınırlarımız olduğunu kabul etmek istemeyiz, yeteneklerimiz hakkında gerçekçi olmayan düşüncelere kapılırız. Üzerimize aşırı iş yükü alırız, böylece her zaman iyi iş yapamayız. En iyiyi bizim bildiğimizi düşünürüz, önerileri göz ardı ederiz, bize yardım etmek isteyenleri de genellikle reddederiz. 

Olması gereken düzeyde bir özgüvene sahip bulunduğumuzda ise; en iyi için çaba göstereceğimizi ve kabul edilebilir bir sonuç ortaya koyacağımızı bilerek işleri ele alırız. Bir işi yapamadığımızda mazeret üretmek yerine yeniden denemeye başlarız. İlk seferinde tümüyle doğru olarak anlamadığımız ya da yapamadığımız bir işin dünyanın sonu anlamına gelmediğini biliriz. Hatalarımızı dert etmek yerine onlardan ders almasını becerebiliriz. Bir çok durumla ve sorunla daha iyi baş edebiliriz.

Özgüven hedeflerimizin peşinden giderken bize güç verir. Başarılarımızla doyum ve rahatlık hissetmemize izin verir. Özgüvenimizin güçlü olması durumunda başarı bize doğal ve doğru gelir. 

Birçoğumuz, belirli zamanlarda, belirli insanlarla ve belirli durumlarda kendimizi güvenli hissederken bazı durumlarda, zamanlarda ve bazı insanların karşısında özgüvenimizi yitiririz. Kendimize olan güven duygumuzu nelerin etkilediğini doğru anlamamız gerekir. 

Bunun için şu soruları kendimize sormalıyız ve dürüst cevaplar vermeliyiz.

Ø Kendimize en çok güvendiğimiz zamanlar hangileridir? Yeteneklerimizden emin olduğumuz ve kendimizi en rahat hissettiğimiz durumlar nelerdir?

Ø Karşısında özgüvenimizin en yüksek olduğunu düşündüğümüz insanlar kimlerdir? Niçin?

Ø Onlar, bize özgüvenimizi artıracak ne söylüyorlar veya ne yapıyorlar?

Ø Ne zaman kendimize olan güvenimizin en düşük olduğunu hissediyoruz? 

Ø Özgüvenimizi azaltanlar nelerdir? Hangi insanlar ve hangi durumlar bizim kendimizi güvensiz hissetmemize neden oluyor? Söylenen ya da yapılanlar nelerdir?

Bu sorulara cevap verirken hazır olmadığınız yeni durumlardan ya da kıyafetinizin ve dış görünümünüzün iyi olduğu zamanlardan söz edebilirsiniz. Özgüven, çoğunlukla, kendimizi nasıl hazırladığımız ve kendimizi nasıl gördüğümüz ile ilgilidir. Özgüven gelip giden, azalıp artan bir duygudur. Bazı günler kendimizi diğer günlere göre daha güvenli ve güçlü hissederiz. Bazı günlerde de kendimizi arkadaşlarımızın yanında yetersiz hissederiz veya kendi yeteneklerimizi sürekli olarak onlarınki ile kıyasladığımız durumlar yaşarız.

Özgüvenimizin zayıfladığı durumlarda yapabileceğimiz ilk iş, hiç kimsenin mükemmel olmadığını kabul etmektir. Belki, başka insanların sizin sahip olmadığınız becerileri vardır. Ancak, siz de büyük olasılıkla onların yapamadığı bazı şeyleri yapabiliyorsunuz.

Özellikle, onlarla rekabet edebileceğiniz alanlarda kendi yeteneklerinizi geliştirmeye odaklanın. Tüm yapabileceklerinizi aklınıza getirin, yapamayacaklarınız için fazlaca endişelenmeyin, onlara takılıp kalmayın.

Özgüveni artırmanın iyi bir yolu, yaşamdaki başarılarımızı hatırlamaktır. Sahip olduğumuz tüm yeteneklerimizi, iyi kullandığımız becerilerimizi aklımıza getirelim ve güvenli davranarak kazançlı çıktığımız zamanları hatırlayalım.

Eğer, siz de özgüveninizi kazanmak ve geliştirmek istiyorsanız, yeteneklerinizi önemseyin ve kabuğunuzdan çıkın. Daha rahat ve girişken davranmayı öğrenin. Fikirlerinizi daha sesli ifade edin. Sorumluluklar alın. İş yaşamınızda karar alma süreçlerinde ve uygulamalarda daha aktif olarak kendinizi gösterin. Enerjik olmak için bu tür insanları kendinize örnek alın. Cesaretli olun, hata yapmaktan korkmayın. Başarısızlıkların birer ders olduğunu ya da başarı yolunda küçük molalar olduğunu düşünün. Elde ettiğiniz her başarıyla özgüveninizin arttığını göreceksiniz


11 Mart 2012 Pazar

FASONLA BAŞLADI, KENDİ MARKASINI YARATTI

10 çocuklu bir ailenin çocuğu olarak Adıyaman’da doğdu. Yolları İstanbul’a düştüğünde küçük yaşta ekmek kavgasına atıldı. Evde yaptıkları kese kağıtlarını satmakla başlayan ticari hayatına çiklet ve simit ile devam etti. Seyyar satıcılık, ofis boyluk, fason konfeksiyonculuk derken Sunset’i kurdu. İşte Kemal Güneş’in azmin zaferi öyküsü...

BEN MAYO GÖRÜYORUM SORUN AKSİNİ GÖRENLERDE

Çok değil bundan 37 yıl önce İstanbul Sirkeci Garı'nın önünde simit satan bir delikanlıydı o. Şimdi 25 mağazası ve 850 satış noktası olan mayo ve iç çamaşırı markası Sunset'in sahibi, İTKİB Başkan Yardımcısı. İşte Kemal Güneş'in başarı dolu ilginç hayat hikâyesi

Kemal Güneş Adıyaman'da 10 çocuklu bir ailenin ortanca oğlu olarak doğdu. Babası icra memuruydu. Adıyaman'dan Afşin'e, Afşin'den Elbistan'a, 1974'te yani en küçük kardeşleri Ayşegül'ün doğduğu yıl da İstanbul'a taşındılar.
Erkek çocukların hepsi çalışıyordu. Evde yaptıkları kesekağıtlarını Perşembe Pazarı'nda pazarcılara satıyorlardı. Karaköy Meydanı'nda çiklet, Sirkeci Garı'nın önünde de simit... Bir-iki yıl sonra babaları meslek edinsin diye hepsini konfeksiyona işçi verdi, biri hariç. Kemal Güneş bir avukatın yanında çalışıyordu. Hafta sonları da simit satmaya devam ediyordu. "Çıtır simit diye bağırdığım günleri hiç unutmam. Hâlâ da çok severim sokak simidini."
Beş yıl bu rutinle aktı, geçti. 1979'da babasının arkadaşı Zeki Amca sayesinde hayatları değişti: "Bir gün iş çıkışı Zeki Amca'ya uğradım. Ofisinde kullanılmayan üç-dört konfeksiyon makinesi gördüm. Hemen atıldım. 'Zeki Amca makineleri bize versen, kardeşlerim bu işi çok iyi öğrendi. Fabrikalardaki kumaş artıklarından bir şeyler üretip satabiliriz belki' dedim. Sağ olsun verdi."

ZEKİ AMCA'NIN MAKİNELERİ

Zeki Amca'dan aldıkları makineleri boş bir bodrum katına taşıdılar. Geceleri harıl harıl çalışarak fason tişört ürettiler ve ilk paralarını kazandılar. "Sonra babama yalvar yakar iki-üç makine daha aldırdım. Penyelüks'e fason çalışan bir atölyeden iş aldık. Ben askere giderken 45 makinemiz vardı. Döndüğümde kardeşim Kenan işleri daha da büyütmüştü. Artık imalatçı fasoncuyduk. 100 makineyle Bayrampaşa İş Merkezi'ne taşındık. 1993'te ihracata başladık. Bayrampaşa'ya sığmamaya başlayınca Kıraç'taki yerimize geldik. Avrupa ve Amerika pazarına imalat yapıyorduk, çok da iyi para kazanıyorduk ama bu işin bir geleceği olmadığının da farkındaydık. Herkes İstanbul'da imalat pahalanıyor diye Bulgaristan'a, Romanya'ya kaçıyordu. Bu arada mayo pazarında bir boşluk gördük. Tam da o dönemde Penyelüks'ün mayo bölümü satılıyordu. Satın alıp üretime başladık. 2001'de soyadımız Güneş'ten esinlenerek kurduğumuz Sunset (Günbatımı) markasının ilk koleksiyonu çok beğenildi. Tam 30 bin adet sipariş aldık."
1988'de evlendi Kemal Güneş. Görücü usulüyle evlenmesine rağmen eşine ne kadar âşık olduğunu anlatıyor: "Ailem 'Evlilik yaşın geldi diye' neredeyse her hafta bana bir kız gösteriyordu. Benim de kafam karışıyordu, bir türlü beğenemiyordum. Eşim spor akademisinde okuyordu. Bir komşumuz tavsiye etmişti. Şehnaz'ı ilk gördüğüm an çarpıldım. O son sınıftayken evlendik. "

EŞİNE SATIN ALMIYOR MU

"Hacca gitti ama mayo üretiyor" diyenlere aslında hiç cevap vermemek lazım ama... Şimdi bazı arkadaşlar havalimanında bizim reklamı görüyor, bana "Abii kadın çıplak, senin kimliğinle örtüşmüyor" diye çıkışıyor. Benim dini inancım ayrı yaptığım iş ayrı. Yüz kızartıcı bir iş yapmıyorum. Biz mankeni insan olarak değil, askı olarak kullanıyoruz. Sen o resme farklı duygularla bakıyorsan, ciddi tedavi görmen lazım. Ben çay bardağına bakınca çay görüyorum, mankene bakınca da mayo. Herkes eşine iç çamaşırı ya da mayo satın almıyor mu?

BUZU KIRIP HAVUZA GİRDİ

Kemal Güneş'i evinin havuzunda rutin sabah sporunu yaparken görüntüledik. Yaz demiyor kış demiyor sabahın kör vakitlerinde bile kalkıp yüzüyor. Hatta kışın buz tutmuş havuzdaki buzu kırıp yüzmüşlüğü bile var. Neden mi? Çünkü bir zamanlar o da kiloluymuş: "Bundan 17 yıl önce 105 kiloydum ve sigara içiyordum. O kadar sağlıksızdım ki yemek yerken terden sırılsıklam oluyordum. Bir gün iş çıkışı eve geldim, oğlum kokum yüzünden kucağıma gelmedi. Çok ağrıma gitti, o akşam sigarayı bıraktım. Akupunktur sayesinde iştahım azaldı. Kilo da vermeye başladım ama bu kez derim sarktı. Dediler ki, spor yap. Önce yürümeye başladım, şimdi hem yürüyorum hem yüzüyorum."

"Zor bir hayat yaşadım. Ama etrafımda hep bir şeyler öğrendiğim insanlar biriktirdim. Ölene kadar çalışmayı düşünüyorum. 07.00'de işe giderim. Personeli her gün ben karşılarım. Kapıda "Günaydın" derim. İşadamı olmak tek hedefimdi. Bundan sonra da Sunset'i bir dünya markası yapacağım. Hedefim Victoria's Secret'i geçmek"

BAŞBAKAN'LA HERKES KADAR YAKINIM

Her zaman halime şükrederim. Yürürken, yemek yedikten sonra, bir işim bittikten sonra, gün başlarken ve biterken devamlı Allah'a dua ederim. Bir Müslüman'ım, hacca da gittim. Ama yanlış anlaşılmasın. Muhafazakâr ve tutucu bir aile yapısına sahip değilim. Modern ve Müslüman bir ülkede yaşıyorum, bu çizgide yaşamak için uğraşıyorum. Peçeli bir hayat tarzımız yok. Eşimin de başı açık. Başbakan'la herkes ne kadar yakınsa ben de o kadar yakınım. İTKİB Başkanvekili olduğum, üç dönemdir İTKİB'de görev aldığım için devletle ilişkilerim yoğun.

O BİR 'BAŞARI İKONU'...

Kişisel bilgisayar, mouse, iPod, iPhone, iPad... Hepsinin ortak bir noktası. Hepsinin altında O’nun imzası var. O, garajında kurduğu şirketle başarı ikonu haline gelen Steve Jobs. İşte Apple CEO’luğu görevinden sağlık nedenleriyle ayrılan Jobs’un ’profesyonel’ başarı öyküsü...

EFSANEVİ CEO JOBS AYRILDI

Dünyanın en büyük şirketlerinden Apple’ın kurucusu Steve Jobs,sağlık sorunları nedeniyle icra kurulu başkanlığı görevinden ayrıldığını açıkladı. Jobs, Apple'ı mahalleden arkadaşıyla evinin garajında kurmuştu. 

Uzun zamandır sağlık sorunları bulunan Steve Jobs, kararını çalışanlara bir elektronik posta ile duyurdu ve yerine yokluğunda görevlerini üstlenen Genel Müdür Tim Cook’un geldiğini söyledi. Jobs, Apple’ın yönetim kurulu başkanı olarak kalacak.

Pankreas kanseri sonrası karaciğer nakli ameliyatı geçiren 55 yaşındaki Jobs, veda mesajında icra kurulu başkanı olarak görevlerini ve beklentileri yerine getiremeyecek durumda olduğunu belirtti.
Üniversiteyi terk etti, mahalleden arkadaşıyla evinin garajında şirket kurdu

İşte Apple'ın efsanevi CEO'su Steve Jobs ve bir azmin zaferi öyküsü:

Üniversiteyi 6 ayda terk edip dünyayı değiştirmek için kolları sıvadı. Mahalle arkadaşını da yanına alarak evinin garajında kurduğu şirketle bir meteor gibi yükseldi. Bir ara düşüşe geçti ama düştüğü yerden kalkmayı bilerek bir ’başarı ikonu’ oldu. İşte iMac, iPone, iPod ve iPad'ın babası, Apple’ın kurucusu Steve Jobs'un başarı hikayesi. Evlilik dışı bir ilişkiden doğdu, fakir bir aileye evlatlık verildi. Sorunlu bir çocukluk geçirdi. Okul yıllarında başarıya değil suça meyilliydi. Sonunun hapishane olması beklenirken bir komşusunun onu elektronik cihazlarla tanıştırmasıyla hayatının yönü değişmeye başladı.

Okulu terk etti 

Emekçi ailesi varını yoğunu ortaya koyup onu pahallı bir üniversiteye yazdırdı. Altı ayın sonunda sıkıcı derslere girmenin ailesinin tüm birikimini harcamasına değmeyeceğini fark etti. İçindeki sesi dinleyip üniversiteden ayrıldı! Parlak bir geleceği elinin tersiyle ittikten sonra Atari'de çalışmaya başladı. İçindeki ses onu burada da rahat bırakmayınca dümeni Hindistan'a kırdı. 

21 yaşında şirket kurdu

Aydınlanma yolculuğu dönüşünde aradığının gözünün önünde olduğunu gördü! Kendi kişisel bilgisayarını yapan ama onu satmayı akıl edemeyen mahalle arkadaşı Steve Wozniak'ı birlikte şirket kurmaya ikna etmesi ilk başarısı oldu. Kendisi gibi üniversiteyi yarım bırakan adaşı Steve ile evinin garajında Apple'ı kurdu. 21 yaşındaydı ve tek bir hayali vardı: Bir gün dünyayı değiştirecekti.

Bütün kapılar yüzüne kapandı

Ancak bankalar hayallere kredi vermiyordu. Fikirlerini satmak istedikleri bilgisayar devleri de sıradan insanların bilgisayar almaya gerek duymayacağından emindi. Tüm kapılar yüzlerine kapanınca minibüslerini ve hesap makinelerini satarak tüm kişisel birikimlerini kişisel bilgisayar tasarlamaya yatırdılar. Sonuçta yanılan bankalar oldu. Apple ile PC devrimini başlatan Steve Jobs, hem hayalini gerçekleştirdi hem de en zenginler ligine jet hızıyla girdi.

Kendi şirketinden atıldı

Meteor gibi yükselen Jobs'u, zirvede ters yönden esen rüzgarlar karşıladı. Kendi şirketinden yönetim kurulu kararıyla ayrılmak zorunda kalan Jobs, bir günde tam bir başarısızlık sembolü haline geldi. Gazeteler sonunun geldiğini ilan ederken Jobs, yelkenlerini tersten esen rüzgara göre ayarladı. Apple'dan başı önünde ayrılmıştı, ama dönüşü muhteşem oldu. Kovulduktan 10 yıl sonra yönetim kurulu tarafından geri çağrıldı. 

Patronun kim olduğunu gösterdi

Kontrol edilemez olduğu gerekçesiyle kendi şirketinden kovulan Jobs, bir kurtarıcı olarak geri döndü. İkinci kez Apple'ın başına geçen Steve Jobs, her biri ikon haline gelen iMac, iPhone, iPod ve son olarak iPad gibi ürünlerle patronun kim olduğunu herkese bir kez daha gösterdi.
Başarı ikonu Steve Jobs'un hayata bakışını değiştiren olay ise pankreas kanserine yakalanmasıydı. Hastalığı tedavi edilse de her gününü ömrünün son günü gibi yaşamaya başlayan Jobs, böylece kaybetme korkusunu da tamamen yendi. 

Sıradan insanların asla ilgi duymayacağı düşünülen cihazları birer ikon haline getirerek fark yaratan Steve Jobs'un en belirgin özelliği mükemmeliyetçiliği ve hep daha fazlasını istemesi. 

Steve Jobs'tan başarı taktikleri

- Noktaları ileriye bakarak birleştiremezsiniz; onları sadece geriye baktığınızda birleştirebilirsiniz. Noktaların gelecekte bir şekilde birleşeceğine inanmanız gerekiyor. Bir şeye güvenmelisiniz -tanrıya, cesaretinize, kaderinize, hayata, karmaya, herhangi bir şeye. Bu yaklaşım beni hiçbir zaman yolda bırakmadığı gibi hayatımı da bütünüyle değiştirdi.

- Zaman farkına varmamıştım ama Apple'dan kovulmak başıma gelebilecek en iyi şey olmuştu. Tadı çok kötü bir ilaçtı, ama sanırım hastanın da buna ihtiyacı vardı. Bazen hayat kafanıza bir tuğlayla vurur. Sakın inancınızı kaybetmeyin.

- Neyi sevdiğinizi bulmanız gerek. Ve bu aşklarınız için geçerli olduğu gibi işiniz için de geçerlidir. İşiniz hayatınızın büyük bir kısmını kaplayacak ve gerçek anlamda tatmin olmanın tek yolu harika bir iş olduğuna inandığınız şeyi yapmanızdır. Ve harika bir iş yapmanın tek yolu ise yaptığınızı sevmenizden geçer. Henüz bulamadıysanız, aramaya devam edin.

- Zamanınız kısıtlı, bu yüzden başkalarının hayatını yaşayarak onu harcamayın. Başka insanların fikirlerinin gürültüsünün kendi kalbinizin sesini duymanızı engellemesine izin vermeyin. Ve en önemlisi kalbinizin ve sezgilerinizin yolundan gidecek cesarete sahip olun.

Yukarıdaki hikaye, Mümin Sekman'ın danışmanlığında hazırlanan "İnsan İsterse: Azmin Zaferi Öyküleri" kitap dizisinden Azime Telli tarafından özetlenmiştir. Tüm hakları saklıdır.

ÇÖPE ATTIĞI FIRSAT HAYATINI DEĞİŞTİRDİ

Türkiye'nin ücra bir köşesinde dünyaya geldi.Mandıracılık yapan ailesine yardım ederek büyüdü.Dil öğrenmel için gittiği Amerika da dil öğrenmekle kalmayıp birbaşarı öyküsüne imza attı.Çöpe attığı kağıdın hayatının fırsatu olduğunu anlayan Hamdi Ulukaya,ABD'nin en başarılı 10 iş adamından biri oldu.

Hakkında "Yoğurdun Steve Jobs'u" diye başlıklar atılan Ameka'nın en çok satan yoğurt markası Chobani'nin kurucusu Hamdi Ulukaya "Çöpe attığım üzerinde satılık yoğurt" fabrikası yazan kağıt hayatımın dönüm noktası oldu."İş dünyasına ait haberlerin bulunduğu "ciddi"dergilerde ve gazetelerin ekonomi sayfaalrında yayımlanan başarı öykülerini aklınıza getirin.Aldığı ödüllerle birleşik şık ofislerindeki  büyük masaların başında ya da fabrikaların önünde poz veren işadamlarını ve işkadınlarını mutlaka anımsayacaksınız.Hamdi Ulukaya da onlardan biri.Üstelik başarı hikayesi alışık olduklarımızdan çok daha renkli.Dedesi ve babası ile birlikte yaz aylarında yaylaya çıkıp koyun güden,üniversite çağına kadar ne olacağına bir türlü karar veremeyen Amerika gibi bir yere tek kelime dahi İngilizce bilmemesine rağmen gidip bir bakayım nasılmış oralar?diyerek gidebilenlerden biri.Her ne kadar "Maceraperest değilim"dese de risk almaya bayılıyor.Hiç düşünmeden hesap kitap yapmadan aldığı risklerde hiç yanılmamış olmalı ki şu an Amerika'nın en başarılı 10 işadamından biri ve 40 yaş altındaki işadamları arasında en parlak girişimci sayılıyor.

-Babanız mandıracılık yapıyormuş.Ona yardım ederek büyüdüğünüzden bahsediyorsunuz.Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?


 Dedem Elazığ'daki Şavak aşiretinin lideriydi.Ondan sonra da babam geldi.Ancak aşiret denilince hep mal mülk üzerine işleyen  bir sistem gelir akla bizimki öyle değildi.Dedemde babam da manevi liderlerdi.Ben altı kardeşli bir ailede,Fırat nehrinin kenarlarında munzur Dağlarının eteğinde küçük bir kasabada büyüdüm.Hayatım dedemin dizinin dibinde aşireti nasıl yönettiğini izleyerek geçti.Verilen sözün tutulması gerektiğini bir işte önceliğin insan ve ona duyulan güven olduğunu ondan öğrendim.Babam mandıracılık yapardı.Ben de yazları yaylaya çıkar,ona yardım ederdim...

"Amerika'ya gitme fikri nasıl ortaya çıkı"

- Dil öğrenmek istiyordum.Öylesine bir gidip baakyım dedim ve Long Island'a gittim.İlk başlarda her giden gibi bocaladım,yalnız kaldım.Amerika'ya küçük bir sırt çantasıyla gittim,hiçbir şeyim yok sanıyordum ama meğer ailemden öğrendiğim deneyim ve bilgilerle doluymuş.Başarılı olmak için gereken her şeye sahipmişim.

"Yunanlılar bir Türk yoğurt piyasasında bizi geçti diye üzüldü"



İlk fabrikanızı da babanızın desteğiyle kurmuşsunuz...


Beni ziyarete gelmişti."Burada hiç peynir yok,bizimkileri getirip satsana"dedi.Hemen bir iki konteynır getirdik.Toptancılara verdik,iyi gitti.Para kazandık.Ardından bir fabrika kurduk.İki yıl bocaladık ama sonra ürün oturdu.

Tam peynir işi düzene oturmuşken bu defa da Chobani'yi kurup bir risk almışsınız..



Yapım böyle.Çalışmam lazım illa ki Chobani'nin kurulma hikayesi de enteresandır.Masamı toplarken elime bir kağıt geldi.Üzerinde "Makineleriyle satılık yoğurt fabrikası"yazıyor.Attım çöpe.Yarım saat sonra çöpün içinde kağıt arıyordum..